Kitaplar

Ay Dolandı

Neslihan Önderoğlu ödüllü bir öykü ve roman yazarı. Konularını hayatın içinden seçiyor, hikayelerini yaşayan karakterler ve gerçek meseleler etrafında örüyor. Görselleştirme becerisi, gözlemlerindeki sıra dışı detaylar onu çağdaşlarından ayrı bir yere oturtuyor.

Ay Dolandı bir Türkiye gerçeğini hikâyenin arka planına yerleştiriyor. Şehirlerin dokusunu geri dönülemez bir şekilde bozan kentsel dönüşüm gerçeğini, beşeri dönüşümle koşut olarak işliyor. Şehrin merkezinde hikayesi olan bir ev, gelip geçen her kuşağın parmak izini bıraktığı ağaçlarıyla birlikte belki de tüm ülkenin kaderini paylaşmaya hazırlanıyor.

Bir gecekondunun etrafında, elleri kolları aşkla, dinle, gelenekle ve yoklukla bağlanmış çok sayıda karakter. Ve bir kale gibi onları çevreleyen yeni kent.

Bazı şeyler yıkılır ve bazı şeyler direnir.

Sevin Okyay’ın da dediği gibi “Neslihan Önderoğlu sadece bu sağlam karakterleri yaratmakla kalmıyor, kitabına bir film akıcılığı da kazandırmış. Kendi dediği gibi, adeta “görerek” yazıyor. Bunda herhalde senaryo yazma eğitimi görmesinin de payı var. Eh, ne de olsa, kendisi profesyonel bir okur ve bir sinema tutkunu. İkisini senaryoda birleştirmiş, sonra da o akışı kitaplarına aktarmış.”

Bir Ceset, Bir Söz

Eğitimli, zeki, özgüvenli bir kadın, Nihal, âşık olduğu için tüm hayatını değiştirdikten sonra bir gün eve geldiğinde eşi Ahmet’in cesedini bulur. Nihal, istihbaratçı Ahmet’in kim tarafından ve neden öldürüldüğünü sorgularken, evliliği için değiştirdiği, vazgeçtiği her şeyle de hesaplaşmaya başlar. Ahmet’in can dostu Cihan, cinayet büro polisleri Hakan ve Özlem ve elbette herkesten çok kendi zekasına güvenen Nihal, bu cinayetin üstündeki gizem örtüsünü kaldırmak için uğraşır.
Yüksek temposu, edebi dili ve unutulmaz kadın karakteriyle Bir Ceset Bir Söz, yayımlandığı yıl “yılın en iyi polisiye romanı” ödülünü kazandı.

Cadıbostanı Cinayeti

“Berna geri döndü. Kapalıçarşı Cinayeti’nde gezdirdiği Amerikalı turist öldürülünce polisiye işlere bulaşan genç rehber, bu sefer uslu uslu evinde otursa da kapısını gene bir cinayet çalıyor. Evinin yakınında, burnunun dibinde bir adam çalılıklarda ölü bulunuyor. Üstelik tahkikata gelenlerden biri ilk cinayetten tanıdığı İlker Komiser, meğer o da başkomiser olmuş. Böylece Berna’nın annesi Süreyya ve teyzesi Nazmiye’yle geçirdiği sakin hayat sarsılıyor. Esra Türkekul, ikinci kitabında Berna’yı hayata biraz yakınlaştırmış. Cinayeti çözmeye çalışan kişinin bizden biri olması da işi daha inanılır kılıyor. Umarız Berna üçüncü kitapta biraz daha insan canlısı olur.”
Sevin Okyay

Diğer Yarısı

Diyarbakır’ın acıyla kaynaşmış kalabalığı, Suriçi’nin labirent sokakları, kente turneye gelen bir tiyatro, sahnede ölüm ve genç fotoğrafçı Fikret… Bir fotoğrafçının objektifinden hayata, aşka, geçmişe ve bugüne romantik bir bakış.
Erhan Sunar yıllardır Diyarbakır’da öğretmenlik yapan usta bir yazar. Romanlarında iyi bildiği bir coğrafyayı, parçası olduğu kültürü evrensel değerlerle işliyor.
Dışardan değil içerden bir gözle, büyük fotoğrafçıların hayatlarının ve fotoğraf makinelerinin de dahil olduğu, fonda kendini alttan alta hissettiren sosyal ve politik akış, önde romantize etmeden anlatılmış harikulade bir aşk hikayesi.

Dünyanın Leşleri

2013 Mayıs’ının hemen başında, hikayenin kahramanı işlediği basit bir darp suçundan girdiği hapishaneden tahliye olur. Moralsiz, ne yapacağını bilmez ve beş parasız vaziyettedir. Tek istediği, kendisini nezarette acımasızca döven iki polis memurundan intikam almaktır.
Çok düşünmeden soluğu arada bir takıldığı kız arkadaşının koynunda alır. Kız arkadaşı laf arasında, eğer iş arıyorsa, takıldığı zengin bir iş adamının elemana ihtiyacı olabileceğini söyler.
Bundan sonra olaylar bir hard diskin peşinde her türden tekinsiz tipin birbirini kovaladığı bir İstanbul macerasına dönecektir.
Bu belayı atlatıp soluğu yurt dışında alma hayali kuran kahramanımızın bilmediği bir şey daha vardır: İstanbul hayatın akışını bütünüyle değiştirecek tarihi bir protestoya hazırlanmaktadır. Kahraman tekinsiz tiplerden yakasını kurtaracak, aradığı iki aynasızla Taksim meydanında Gezi parkı protestolarının en akılda kalmış eylemlerinin birinde karşı karşıya gelecektir.
Dünyanın Leşleri, Gezi Parkı olaylarını ismen kullanmadan ama fonda kaynayan ve deri değiştiren İstanbul’u en çıplak haliyle sergileyen; dili ve kurduğu atmosferiyle polisiye türünde yazıldığı yılın en iyi romanları arasında gösterilmişti.

Günindi

Nalân Kiraz kısa ve vurucu öyküleriyle edebiyatımızın dikkate değer yazarlarından. Günindi ise bir kısa roman.
Günindi, ülkemizin güneyinde bulunan sakin bir kıyı kasabasının adı. Romanın kahramanı (ya da kahramanlık dahil her türlü varoluşu bir yük gibi yaşayan) ‘kayıp’ kişisi Ezra, tatilini geçirmek için Günindi’ye bir arkadaşının yanına gelir. Ezra bugününden kaçarken onu geçmişi takip etmiştir.
Güneyin güneş, deniz, mehtap üçgenine sığmayan, açık ve dingin havayı son derece tedirgin bir atmosfere dönüştüren bir kara roman Günindi. ‘Metropol dışı’nın idealize edilmiş bir “kafa dinleme mekânı” olmayabileceğini, tersine tüm olasılıklara açık, insanın içindeki öbür kişilikleri ortaya çıkarmaya hazır bir dünyanın İstanbul’un öte tarafında da bizi beklediğini, huzur kaçıran bir cinayet hikayesine paralel olarak anlatıyor.

İstanbul’dan Gelmeyen Mektup

“Sherlock Holmes ‘Sir Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes’ü polisiye romanın en başat figürlerinden biridir. Doyle dışında oğlu da dahil pek çok kişi Sherlock Holmes öyküleri kaleme almıştır. Bunların içinde çok değerlileri de vardır. Türkçede de bazı popüler polisiye roman yazarları Holmes öyküleri kaleme almıştır ama bunlardan polisiye edebiyat içinde söz edecek kadar değerlilerine rastlanmaz.

Gökhan Tosun’un İstanbul’dan Gelmeyen Mektup’u onlarcasını okuduğumu Doyle dışında yazılmış Sherlock Holmes öykülerinin en başarılılarından biri ve Türk polisiye edebiyatında bu vadideki ilk ciddi örnek.

Özellikle Doktor Watson ile Sherlock Holmes ilişkisini özgün öykülerdeki kadar keyifli anlatan bu romanı beğeniyle okudum ve Sherlock Holmes hayranlarının da keyifle okuyacağını umuyorum.”

Erol Üyepazarcı

Kapalıçarşı Cinayeti

Kaygı krizlerini sakinleştirici haplarla aşmaya çalışan; şişman, kompleksli ve depresif turist rehberi Berna… Kapalıçarşı’da tuhaf bir konumda bulunan bir ceset… Baş şüpheli konumunda zihinsel engelli bir mazlum… Görünürde cinayetin işlenmesi için bir neden yoktur. Dedektif olmak için hiçbir vasfı ve en ufak bir hevesi olmayan nevrotik kahramanımız, kendi iradesi dışında cinayet soruşturmasına katılır. Ayrıca sırf mazlum olduğu için bu zanlının masum olmasını istemektedir. Ketum ve soğuk Başkomiser Fatih’in ardından sürüklenerek, insanın sinirini bozacak kadar beceriksizce şüphelileri değerlendirir.

İyice çıkmaza giren soruşturmada belki de en işe yarar niteliği vicdanının sızısıdır. Toplum dışına itilmiş yoksul insanlara kalbinin en derin yerinden duyduğu sevgi ona yardımcı olur. Burnunun ucundakini göremeyen Berna, an gelecek kimsenin göremediğini görecektir.

Müruruzman Cinayetleri

Roman yayınlandığı yıl siyasi polisiye olarak nitelendirildi ve bu alttürde önemli bir boşluğu doldurmaya aday olduğu yazıldı.
12 Eylül darbesinden kısa süre önce yaşanan bir bombalı patlamaya ilişkin yargı süreci 30 yıl sürmüş, nihayetinde sanıkların ifadesinin hiçbir zaman alınamamış olması sebebiyle yargılama zamanaşımına uğramış, dava dosyası rafa kaldırılmıştır. Karar gazetelerde kendine küçük bir yer bulmuş, kimsenin ilgisini çekmemiştir.
Dava dosyasının rafa kaldırılmasından birkaç gün sonra 24 saat içinde üç cinayet işlenmiştir. Bu cinayetlerden biri sebebiyle maktulün karısı Avukat Zeki Bey’in ofisini arar. İsteksiz bir şekilde davayı alan avukat Zeki Bey, dosyayı yürütmesi için bir süredir yanında çalışan genç avukat Mehmet Cemil’i görevlendirir.
Mehmet Cemil cinayetleri soruşturdukça sabırla beklenmiş ve ustaca hayata geçirilmiş bir intikam hikayesi ile karşı karşıya olduğunu anlayacaktır.
Suat Duman’ın Cinayet Mevsimi romanıyla tanıdığımız gönülsüz avukat karakteri Mehmet Cemil’in yolu, bu kez daha çetrefil cinayetlere düşüyor.

Öldüren Roman

Toygar, hayatının zor bir döneminden geçerken onu ayakta tutan tek şey, çok güvendiği romanının yayımlanma ihtimalidir; fakat yayınevlerinden ve dosyasını okuyan editörlerden beklediği ilgiyi göremez. Bunun üzerine harekete geçer ve editörleri cezalandırmaya başlar. Oyun içinde oyun, roman içinde roman ilerlerken polis de elbette katilin peşindedir.
Baytan Uğur Yem, yarattığı karakter ve karakterin cinayet işleme biçimiyle yerli polisiyemiz için özgün bir yol açıyor.

Rakun

Yayınlandığı 2018 yılında en iyi polisiye roman ödülüne layık görülen Rakun, yerli polisiyede örneği sıkça görülmeyen ‘ucuz roman’ janrında sayıldı ve çokça övgüyle karşılandı.
Roman, gündüzlerin büyük kısmında yan gelip yatan Can Rakun karakterinin hayatından kısa bir zaman dilimine odaklanıyor. Can Rakun gündüzleri miskinlik etse de geceleri taksi şoförlüğü yapmaktadır. Fakat gecesinin de gündüzünün birbirine girmesine ramak kalmıştır. Bir akşam taksisine binen bir kibar hırsız, Sabancı müzesinden çaldığı Picasso tablosunu Can’a emanet edip ortadan kaybolur. Kaybolmadan önce de aradığında tablonun elinde olmasını söyler, kibar ama Picasso için adam öldürmeye hazır bir hırsızdır.
Can ertesi gün ayıldığında televizyonda kendi eşkâlinin verildiğini görür. Şimdi polis onu hırsız sanmaktadır. Polise gidip “ben hırsız değilim” dese bile kimseyi inandıramayacak, yetmezmiş gibi gerçek hırsız da peşine düşecektir. Hem polisten hem hırsızdan nasıl kurtulacağını bilemeyen Can, çek senet işleri de yapan halter eski olimpiyat on ikincisi, şimdinin mezbaha sahibi Feyaz’dan yardım ister. Buluşma noktasında Feyaz’ı beklerken, önünde dikildiği binanın beşinci katından adının Katya olduğunu daha sonra öğreneceğimiz nefes kesici güzellikteki bir “sermaye” kendini aşağı bırakır ve karşıdan karşıya çekilmiş sayısız ipe dolaşıp Can’ın başının bir metre kadar üzerinde asılı kalır. Can kendi derdini ve Feyaz’la olan randevusunu unutup Katya’yı iplerden kurtarır ve onu bir hastaneye götürmek için arabaya atlar.
Can şimdi Katya’nın peşine düşen pezevenklerin elinden hem kendini hem Katya’yı kurtarmalı, bir yandan da Picasso tablosunu elinde tutup, hırsızdan ve polisten kaçmalıdır. Fakat işler öyle gelişmez, Can, Picasso tablosunu kaybettiği gibi Katya’yı da hırsıza kaptırır.
Vahşi ve eğlenceli çok sayıda karakterin yolu bir meyhanede kesişecek, büyük, tuhaf ve kanlı bir savaş yaşanacak, kimin ölüp kimin sağ kalacağına eline geçirdiği bir samuray kılıcıyla Can karar verecektir.

Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur

Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur, son Anadolu parsına atfedilmiştir. Roman uzak bir dağ köyünün yakınlarında, ölmüş annesinin hayaletiyle yaşayan bir delikanlının gözünden türünün son temsilcisi o parsın izini sürerken, arabesk çıkmazlara düşmeden, esas yırtıcının kim olduğunu ve gerçekte kimin tükendiğini de okuruna sezdiriyor.
Işıl ışıl doğa betimlemeleri, insanı bir tür evrensel yırtıcı olarak resmeden yakıcı hikayesiyle edebi ve görsel bir şölen.

Yanığı Bulmak

Bir Ceset, Bir Söz romanında tanıştığımız “eski dostlarla” yeniden buluşuyoruz. Nihal, Ahmet’i kaybettikten ve cinayeti çözdükten sonra hayatına zor da olsa devam eder, üstelik radikal değişiklikler yaparak. Artık tek başına çalışan, tek başına yaşayan bir kadındır. Hakan ise emniyetten istifa etmiş ve özel dedektiflik bürosu kurmuştur. Ünlü futbolcu Yanık’ın bir gün ortadan kaybolmasıyla, Yanık’ın eşi, Hakan’a başvurur. Hakan ve Nihal’in yolları bir kez daha, Yanık’ı bulmak için kesişir.

Yeryüzü Yorgunları

Neslihan Önderoğlu ödüllü bir öykü ve roman yazarı. Konularını hayatın içinden seçiyor, hikayelerini yaşayan karakterler ve gerçek meseleler etrafında örüyor. Görselleştirme becerisi, gözlemlerindeki sıra dışı detaylar onu çağdaşlarından ayrı bir yere oturtuyor.
Yeryüzü Yorgunları karı koca iki ana karakteri odağına alıyor. Yıpranmış, belki çoktan sonlandırılması gereken ama hatıralara tutuna tutuna bugüne dek sürüklenmiş bir ilişkinin finaline götürüyor okurunu. Gerçekten orada mı, yoksa sadece bir hayalet mi anlaşılamayan bir çocuk, dostlarla yapılan bir yurt dışı tatili, kıskançlıklar, sürüklenmeler.
İlişkilerini kurtarmak isteyen bir çiftin, alışkanlıklarının dışına çıkarak bir çadır tatiline yeltenmeleri; erkeklik halleri; ihanet; cezalandırma… Sıkıcılaşmadan, hayattan kopmadan, ilişki doktorluğuna yeltenmeden, edebiyatın o belli belirsiz esen rüzgarında anlatılmış harikulade bir hikaye.